Sosyal Medya

Makale

Sivil toplum faaliyetleri artık bir zorunluluktur

İstanbul?da sayısını tam olarak bilemediğimiz kadar hemşehri derneğimiz mevcut. Dolayısıyla her zamanki gibi geçen hafta da sivil toplum faaliyetleri açısından hareketli geçti. İlk olarak yeni ilçe olan Ataşehir?de yaşayan Trabzonluların dernekleşme yolunda ilk adımı attıkları geceye misafir olarak katıldık. Mükemmel bir gece sayılmazdı, fakat verilen desteğin gücü, kendilerini gelecek adına iyimser kılmak için fazlasıyla yeterliydi. Hem nice muhteşem açılışlar yapılıyor ama devamı gelmiyor, dolayısıyla hiçbir anlam taşımıyor. Müstakbel derneğin yetkilileri, Ataşehir nüfusunun onda birinin, yani 40-50 bin kişilik bir kitlenin Trabzonlu olduğunu ifade ettiler. Konuşmaların ilerleyen dakikalarında da faaliyetlerini tanıtmak için Trabzon medyasının desteğini istediler.

İstanbul?da sivil toplum örgütlerimize destek vermek, faaliyetlerini tanıtmak başlıca görevlerimizden biri elbet, bunda kuşku yok. Fakat biri ya da birilerine destek verebilmemiz için önce bizim yere sağlam basıyor olmamız gerekiyor. Ki, başkalarına omuz verelim, ayakta durabilmelerine yardımcı olabilelim. Bu da demek oluyor ki, önce değerli hemşehrilerimizin bize destek olmaları lazımdır. Kuşkusuz bu destek kendilerine fazlasıyla dönecektir.

Bir gün sonra Şalpazarı Aktaş Yaylası Köyleri Derneği gecesine katıldık. Hep söylerim, horon ve eğlencede hiç kimse Şalpazarlıların yanına bile yaklaşamaz. Bunu horonun kalitesiyle katılım oranının yüksekliğini birlikte göz önüne alarak söylüyorum tabiî. Kemençe horon havasına başlar başlamaz bir anda çok büyük bir halka oluşuyor ve Şalpazarlılar horonu bir zikir ayini gibi neredeyse kendilerinden geçerek icra ediyorlar. İzdihamdan dolayı horonu birlerinin idare etmesi ihtiyacı hasıl oluyor. Masalar kalkıyor, mekanda oturma düzeni değişiyor. Kabul etmek lazımdır ki ortaya seyrine doyum olmayan muhteşem görüntüler çıkıyor; bu konuda sevgili Şalpazarlıların hakkını teslim etmek lazımdır. Otantik kültürlerini diğer ilçelere nispeten büyük ölçüde muhafaza etmiş ve özellikle son yıllarda bu özellikleriyle adlarından yoğun bir şekilde bahsettirmeyi başarmış durumdalar. Ancak gel gelelim, en basit ifadeyle horonun karın doyurmadığı gerçeği bütün acımasızlığıyla ortada duruyor. Şalpazarlıların, sürat ve ivedilikle dernekçiliği gerçek anlamda yorumlayıp, sosyal, kültürel ve ekonomik girişimlere başlamaları icap ediyor. Bunun için de en önemli alamet-i farikaları olan horonu terk etmeleri gerekmiyor.

Salı akşamı da Şirinevler?deki Akçaabatlılar Derneği?ndeydik. Geçtiğimiz günlerde yapılan kongreyle Hayrullah Ertem, yoğun işleri dolayısıyla başkanlığı bırakmış ve İstanbul?da bütün Trabzonlular tarafından dernekçiliğin duayen ismi kabul edilen Reşat Akçay görevi devralmıştı. Akçay?ın konuşmalarının çıkış noktasını üyelerin dernek çalışmalarına olan ilgisizlikleri teşkil ederken, toplantının ağırlıklı konusu da bu ilginin nasıl artırılabileceği sorusu üzerine inşa edildi.

Görevimiz icabı dolaştığımız derneklerde görülen umumi manzara, istisnalar bir yana bırakılırsa Akçaabat Derneği?nden hiç farklı değil. Bize göre bunun esas sebebi, insanlarımızın sivil toplum çalışmaları neticesinde elde edecekleri nimetler hakkında yeterli fikre sahip olmamalarıdır. Eğer bu durum hakkıyla anlatılabilir ve ortaya somut bir şeyler konabilirse, ilgi ve katılım mutlaka artacak ve çok da uzak olmayan bir gelecekte yeterli düzeye ulaşacaktır. Öte yandan, ikide bir vurgulanan ?sivil toplum çalışmaları gönül işidir? düşüncesi de artık ciddi surette sorgulanmalıdır. Söz konusu Kanarya Sevenler Derneği vs. olsa bu önerme geçerli olabilir. Ancak kendi başlarına ayakta durabilecek, varlığını idame ettirebilecek büyük şirketler ve devletler kendilerine ortak ve müttefikler ararken, özellikle büyük şehirlerde insanların ?Ben derneğe kızdım. Oraya gitmiyorum? deme lüksü yoktur. Gözümüzün önünde koca bir TÜSİAD örneği vardır ve adı üstünde o da bir dernektir. Türkiye?nin en zengin insanları acaba neden bir dernek çatısı altında toplanma ihtiyacı hissetmişlerdir? Hepsinin parası, pulu, itibarı varken ve bunların sayesinde pekâlâ paşalar gibi yaşayabilecekken neden dertsiz başlarına dert almaktadırlar? Acaba onlar hiç mi derneğe kızmamaktadırlar?

Sivil toplum faaliyetleri artık gönül işi falan değil, bas bayağı bir zorunluluktur. ?Ona kızdım, buna küstüm, vurdum kapıyı çıktım? gibi tavırların reel dünyada bir karşılığı bulunmamaktadır. Artık kabul edilmelidir ki gurbet ellerde herkesin tarlasının başında evinin bulunduğu, sınırların neredeyse devlet sınırı kadar önemli olduğu derebeylik tarzı yaşam biçimi de yoktur.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.