BÖLGEDEN
Çekip gittiler!..
C umhuriyet nedir bilir misiniz? Cumhuriyet, büyük bir milli iradenin ürünüdür. Gelin bilmeyenlere, anlamayanlara, anlamak istemeyenlere bu büyük Cumhuriyeti kurup bizlere emanet eden o büyük iradenin nasıl bir irade olduğunun dersini verelim.
Follow @dusuncemektebi2
[email protected] | ||||||
C umhuriyet nedir bilir misiniz? Cumhuriyet, büyük bir milli iradenin ürünüdür. Gelin bilmeyenlere, anlamayanlara, anlamak istemeyenlere bu büyük Cumhuriyeti kurup bizlere emanet eden o büyük iradenin nasıl bir irade olduğunun dersini verelim. *** Yıl 1922. Emperyalist güçlerin denize döküldüğünün ve İzmir?in kurtarıldığının ikinci günü... Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir'de geçireceği ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yaşıyordu. Ertesi sabah vilayet konağına gittik. Vali, İngiliz Konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince Vali ayağa kalktı ve Konsolos ile Mustafa Kemal Paşa'yı tanıştırdı. Konsolos, iyi Türkçe biliyordu. Paşa, Vali'ye sordu: -Konu nedir? Vali anlattı: -Sayın Konsolos, İngiliz tebaasından olan vatandaşlar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların güven altında bulunduklarını belirtir bir "güvence" istiyorlar. Ben, kendilerine herkesin eşit biçimde güven altında olduklarını bildirdim. Mustafa Kemal Paşa, Konsolos'un Türkçe bildiğini biliyordu, öyle olduğu halde öfkesini belirtmek için sordu: -Ee, peki daha ne istiyormuş? Bu soruya Konsolos Türkçe cevap verdi. -Tebaamız hakkında hükümetinizden yazılı teminat istiyorum! Konsolos garip bir biçimde diklenmişti. Paşa'nın sesi havada kırbaç gibi şakladı: -Yunanlılar zamanında kendi tebaanızı daha emniyette mi görüyordunuz? Konsolos, gerisinde İngiliz devletinin bulunduğunu belli eden bir kasılma ile: ?Evet, Yunanlılar burada iken tebaamızı emniyette görüyorduk.? dedi. Mustafa Kemal resti çekti: -Öyleyse buyurun tebaanızla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim! Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gösterdi: -Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz? Mustafa Kemal iyice öfkelenmişti fakat öfkesini tuttu ve Konsolos'a: -Siz kiminle ve ne konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya, barış yapmaya hakkım var. Siz kimsiniz! Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz efendim! *** O kasım kasım kasılan Konsolos, Mustafa Kemal Paşa'nın son cümlesi üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti. Mustafa Kemal Paşa, arkasından bir süre baktıktan sonra Vali'ye döndü: -Yüz vermeyin Vali Bey! Bunlar karşılarında hala Babıâli Hükümeti var sanıyorlar. Bir zırhlısı önünde pusacak, bir blöfü önünde yelkenleri suya indirecek "devletçik" sanıyorlar bizi! Küstahlığın derecesine bakın, bana "Savaş mı açıyorsunuz?" diye soruyor, barut kokan bir odada sorduğuna bak! Savaş halinde değil miyiz sanki! Bir süre sonra... Kollarında ve omuzlarındaki işaretlerden amiral rütbesinde olduğu anlaşılan İngiliz Donanması Komutanı, Hükümet Konağı'nın kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa'nın odasına doğruldu. Nazik, fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref önüne çıkıp ne istediğini sorunca: ?Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istiyorum.? dedi. Birlikte odaya girdiler kapı kapandı. Amiral önce: -Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale'deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız, kanıtlanmış oldu. Büyük bir askerle tanıştığım için memnunum. Amiral bir süre sonra konuya girmiş: -Ülkenin kontrolünüz altında bulunan bölümünde bizim tebaamız ve sizin azınlıklarınızdan Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güvende midirler? Mustafa Kemal, ?Hiç kuşkunuz olmasın Amiral, Türkiye'deki bütün insanlar gibi tebaanız ve sözünü ettiğiniz azınlıklar da TBMM Hükümeti'nin eşit koruması altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler.? der. Amiral, ?Suç işleyenler?? diye sorar. Mustafa Kemal?in cevabı hazırdır: -Suç işleyenler Sayın Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de adaletin huzuruna çıkarlar. Suçlu iseler, cezalarını elbette çekeceklerdir. Amiral bozulur, ?Fakat Paşa Hazretleri, fevkalâde günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumların bazıları, şımarıklıklar yapmış olabilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yüz yüzedirler. Ermeniler için de başka açıdan aynı şeyleri söyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaşlarının büyük bir bölümü göçe zorlandı ve önemlice bir bölümü de hayatını kaybettiler. Bu ruh tedirginliği içinde Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalâde günlerin olaylarıdır. Bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!? der. Son cümleye kadar Amiral'i gülümseyerek dinleyen Mustafa Kemal Paşa, dünyanın koparacağı gürültü ile kendini tehdide girişince, sözünü bıçak gibi kesmiş: -Şu "Efendi Devlet" rolünü bir kenara koyunuz Amiral. Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem. Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına müsaade etmem. Majestelerinin devleti memleketimizin azınlıkları ile uğraşmaktan vazgeçsinler. Kim bize saygı beslemezse, bizden saygı beklemeye hakkı olmaz. Amiralin benzi kül gibi olmuş: -İngiltere Hükümeti'nin tebaasını her yerde koruma hakkı, devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz. İşte o zaman Mustafa Kemal Paşa?nın tepesi iyice atmış: -Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız. Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı (o dönemde İngiliz donanması İzmir limanında bulunmaktaydı) boşaltacak güçtedir de. İsterseniz, Türk?e ihanet eden tebaanızın ve azınlıklarınızın adaletten kaçan sefillerini geminize doldurabilirsiniz. Donanmanızın da en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum. Mustafa Kemal Paşa'nın cümleleri, art arda Osmanlı tokatları gibi Amiralin yüzünde şakladıkça, Amiral ne yapacağını şaşırmış ve en sonunda: -İngiltere?ye savaş mı açıyorsunuz? demiş. İşte Paşa burada son sözünü söylemiş: -Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması?nın hâlâ yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık. Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz. Fakat görüyorum ki, nezaketimizi kötüye kullanmak eğiliminiz var. Buna müsaade edemem. Bizim gözümüzde "Barış antlaşması yapmamış" iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum. Bir balmumu heykeline dönmüş Amiral. Şişerek gerine gerine girdiği Mustafa Kemal Paşa?nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçülmüş ve sonunda kekeleyerek: -Affedersiniz, demiş ve yerlere kadar eğilerek geri geri kapıya gidip dışarı çıkmış. Ruşen Eşref hem düşünceli hem de gülüyordu: Paşa, Amirali anasından doğduğuna adeta pişman etti. Kendisinin Türk topraklarında bir savaşçı olarak bulunduğunu Paşa'dan öğrendiği zaman sapsarı kesildi. Tutuklanacağını, tutsak edileceğini sandı. İnce dudaklarını ısırıyor, parmaklarını birbirine kenetlemiş titriyordu. Karşısında Babıâli Paşası bulacağını sanıyordu herhalde. İngiltere devletini kendi devletine eşit gören bir Paşa ile karsılaştığı için, ihtiyatsızlık edip karaya çıktığına kim bilir nasıl lanet etmiştir. *** Aradan bir saat geçti geçmedi... İngiliz gemisinden bir müfreze ve bir teğmen çıktı. Amiralden - Devleti adına - bir ültimatom (kesin uyarı) getiriyordu, Başkomutan'a kendi eliyle verecekti. Paşa'ya bildirdim; "Gelsin" dedi. Teğmeni içeri aldım. Ruşen Eşref tercümanlık yapıyordu. İngiliz çakı gibi bir teğmendi. Paşa?nın karşısında gösterişli bir selam verdi ve Ruşen Eşref aracılığıyla ültimatomu Paşa'ya ulaştırdı. Mustafa Kemal Paşa: -Peki teğmen! Hükümetimiz ültimatomunuzu inceler ve hükümetinize gereken karşılığı verir. Siz geminize dönebilirsiniz. Teğmen önce dışarı çıkacakmış gibi bir hareket yaptı, sonra da Ruşen Eşref'e dönüp: -Başkomutan, ellerini öpmeme müsaade buyururlar mı? Ruşen Eşref, teğmenin dileğini Paşa'ya söyledi. Mustafa Kemal Paşa: ?Nereden icap etmiş sor bakalım!? Teğmen: Asker olarak zaferlerine, insan olarak kendisine hayranım, lütfetsinler. Teğmen, Paşa'nın elini öptü, Paşa da teğmenin yanağını okşadı. Odayı boşalttık. Az sonra Ruşen Eşref'i çağırdı: -Metni okudunuz mu? Ne istiyorlar? -Paşam, Amiral ile görüştüklerinizin yazı ile de pekiştirilmesi isteniyor. -Öyleyse Halide Hanım'ı (Halide Edip Adıvar) bulunuz, hemen tercümesini yapsın ve metin olarak bana getirsin... Öte yandan bir kopyasını şifre ile Dışişleri Bakanlığına gönderin gerekeni yapsınlar... Durumu, ordu komutanı Nurettin Paşa'ya da bildiriniz. Gerekiyorsa benimle temas etsin... Olay kısa bir süre içinde şehirde duyulmuştu. İngiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere bindirmeye başlamışlardı. Nitekim birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler.(1) *** İşte Cumhuriyet bu iradedir! Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, ne kadar unutturmaya çalışırlarsa çalışsınlar, ne kadar numara üretirlerse üretsinler uğraşları nafiledir. Bu büyük milletin kalbindeki o büyük iradeyi söküp almaya güçleri yetmez. kyn:(1)Atatürk?ün yaveri Salih Bozok?un anıları adlı kitap |
Henüz yorum yapılmamış.